DOLAR 42,0609 0,24%
EURO 48,4457 0,44%
ALTIN 5.428,700,32
BITCOIN 4533354-2.186%
Lefkoşa
°

SABAHA KALAN SÜRE

  • HABERLER
  • SERVİS 1
  • SERVİS 3
  • FİNANSİF
  • İNTERAKTİF
  • HESAP
  • DİĞER
Dr. Büşra Üzehan yazdı: Çözüm Arayışından Kimlik Mücadelesine: Kıbrıs’ın Yeni Yüzyılı
  • Sözcü Kıbrıs
  • Kıbrıs
  • Dr. Büşra Üzehan yazdı: Çözüm Arayışından Kimlik Mücadelesine: Kıbrıs’ın Yeni Yüzyılı

Dr. Büşra Üzehan yazdı: Çözüm Arayışından Kimlik Mücadelesine: Kıbrıs’ın Yeni Yüzyılı

ABONE OL
3 Kasım 2025 00:09
Dr. Büşra Üzehan yazdı: Çözüm Arayışından Kimlik Mücadelesine: Kıbrıs’ın Yeni Yüzyılı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

29 Ekim 2025 tarihinde Suriye’nin Kosova Cumhuriyeti’ni resmen tanıması, dünya diplomasisinde dikkat çekici bir dönüm noktası oldu. Savaşın yaralarını hâlâ saramamış bir ülkenin, uluslararası arenada yeni bir devleti tanıma kararı alması, aslında bölgede değişen dengelerin bir göstergesiydi. Ancak bu gelişme, Kıbrıs Türk halkı açısından da düşündürücü bir karşılaştırmayı gündeme getirdi: 1983 yılında ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, aradan geçen 42 yıla rağmen Türkiye dışında hâlâ hiçbir ülke tanımadı.

Bu tanınma eksikliği, yalnızca diplomatik bir boşluk değil, aynı zamanda uluslararası sistemin çifte standardının da bir yansımasıdır. Suriye gibi istikrarsız ve savaş yorgunu bir ülke dahi yeni bir devleti tanıyabiliyorsa, Kıbrıs Türk halkının iradesi neden hâlâ yok sayılmaktadır?

2025’te yapılan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri, işte bu iki farklı ideolojik eksenin yeniden karşı karşıya geldiği bir dönem temsil etti. Bir yanda “atak diplomasi” adını verdiği yaklaşımla egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm modelini savunan anlayış; diğer yanda ise “tarafsızlık” ve “şeffaflık” vurgusuyla federal çözüm fikrini öne çıkaran bir siyaset tarzı vardı. Halkın tercihi, Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman’dan yana oldu.

Tufan Hoca —“hoca” diyorum, çünkü 2006–2011 yılları arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimim sırasında kendisini tanıdım, yüksek lisans ve doktora süreçlerimde de ondan çok şey öğrendim— benim için her zaman saygı duyduğum bir akademisyendir. Ancak bir tarihçi olarak uzun yıllar boyunca yaptığım gözlemler, federal yönetim sisteminin Kıbrıs Türkleri için bir çözüme ulaşmadığını gösterdi. Bu nedenle, seçim sürecinde Erhürman’ın federal çözüm vurgusunu duyduğumda, bunun bizi yeniden bir çıkmaza sürükleyebileceği endişesini taşıyordum.

Tarih bize çok sayıda örnek sundu:

• 1948 Consultative Assembly,

• 1955–1956 Harding Proposals,

• 1956 Radcliffe Constitution,

• 1958 Macmillan Plan,


GİAD’dan haberleşme altyapısının geliştirilmesinin Türk Telekom’a ihalesiz verilmesine tepki

İçeriği Görüntüle

• 1960 Zürih–Londra Antlaşmaları (ve 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen çöküşü),

• 1964 Acheson Plan,

• 1972 Clerides–Denktaş Görüşmeleri,

• 1975 Bi-Communal Arrangement,

• 1978 Anglo–American–Canadian Plan,

• 1981 Waldheim Değerlendirmesi,

• 1983 Perez de Cuellar Göstergeleri,

• 1985–1986 Consolidated Documents,

• 1992 Boutros–Ghali Set of Ideas,

• 2004 Annan Planı,

• 2015–2017 Crans–Montana Süreci…

Bu uzun müzakere zincirinde her defasında masadan kalkan taraf Rumlar olmuştur. Ancak seçimlerin ardından Erhürman’ın açıklamaları, benim kanaatimi kısmen değiştirdi. Kendisinin “Rum tarafı, Kıbrıs Türk halkını çözümsüzlüğe sürükledi; altı madde (siyasal eşitlik- süreyle sınırlı müzakereler- sonuç odaklı görüşmeler- BM destekli 3D güvenceleri- Türkiye’nin garantörlüğü- Crans Montana başlangıç noktası değil) kabul edilmedikçe masada olmayacağız” sözleri, pragmatik bir revizyonun işaretiydi. Bu da gösteriyor ki bilgi, her zaman yenilenmeye açık bir hazinedir.

Kıbrıs Türkü, bu seçimde yalnızca kendi geleceğine değil, aynı zamanda Türkiye’ye de bir mesaj vermiştir. Bu mesaj, bireylere değil, çözümsüzlüğe karşı bir duruşun ifadesidir.

9 Ekim’de KKTC’de katıldığım bir sempozyumda, ada halkının yaşadığı ekonomik sıkıntılar açıkça gözlemlenebiliyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin, ilaç ithalatında KKTC’yi “yabancı ülke” statüsünde değerlendirmesi, sağlık sisteminde ciddi tedarik sorunlarına yol açmış durumda. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde öğrencilik yaptığım dönem ile bugün arasında geçen yıllar içinde artan göç, asayiş problemleri ve sosyal dengesizlikler, adada yeni bir toplumsal gerilim doğurmuş durumda.

Kıbrıs Türk halkı artık bireysel değil, toplumsal bir direniş bilinciyle hareket ediyor. Bunun en çarpıcı örneği ise İsias Katliamı oldu. 35 canın yitirilmesine yol açan bu acı olayda adaletin tam olarak sağlanamaması, halkın vicdanında derin bir iz bıraktı. Bu seçimde sandığa yansıyan duygulardan biri de buydu.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Hristodulidis, Ay. Dimitriu yortusunda yaptığı konuşmada “ülke topraklarının, Helenizmin önemli bir kısmının işgal altında bulunduğunu” söyleyerek, “bu yasa dışı durum sona ermedikçe yeniden birleşme için her şeyi yapacağız. Yunanistan ile sürekli koordine içerisinde bulunarak, ülkenin bağımsızlığının sağlanması ve Türk “işgalinin” sona erdirilmesi hedefleri için çalıştıklarını belirtti”. Bu, federal çözüm maskesi altında eski Yunan–Helen hegemonyasının yeniden üretildiğini gösteriyor.

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın da dediği gibi:

“Yunanistan ve Rum tarafı faşist bir ideolojiye sahiptir; bu zihniyet değişmedikçe federal bir çözüm mümkün değildir.”

Bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu Rum Savunma Bakanı Vasilis Palmas’ın geçen hafta yaptığı açıklama da kanıtladı. Palmas, GKRY’nin İsrail ile hem karadan hem havadan işbirliği içinde olduğunu, gerekirse “toprak bütünlüğü için saldırı amaçlı silahlanmanın” kaçınılmaz olduğunu söyledi. Oysa burada bahsettikleri “toprak bütünlüğü”, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti sınırlarıdır; yani tüm adayı kapsayan bir “Helen adası” hayali.

“Bu söylemler ve savunma politikaları, aslında Kıbrıs’ın güneyinde hâlâ canlı tutulan tarihsel bir zihniyetin yansımasıdır. Bu zihniyetin en somut örneği ise, Larnaka’daki Solomos Solomou Meydanı”nda yükselen bir heykelde saklıdır. 14 Ağustos 1996’da Derinya köyü sınır kapısında Türk bayrağını indirmeye çalışırken vurulan Solomos Solomou, Rum tarafınca “kahraman” ilan edilmiştir. Oysa bu heykel, bir bireyin anısını yaşatmaktan ziyade, Rum toplumuna Türk düşmanlığını nesiller boyu hatırlatacak bir sembol olarak inşa edilmiştir. Bu, ne yazık ki Kıbrıs’ta barış kültürünün gelişmesini engelleyen ideolojik bir mirasın göstergesidir.

Üstelik geçtiğimiz günlerde Yunanistan basınında çıkan haberlerde, Ege adalarının İsrail yapımı “Killer Drones” ile savunulacağı duyuruldu. Görünen o ki, Yunanistan ve GKRY, hem askeri hem ekonomik olarak İsrail ve ABD desteğini arkasına alma politikasını sürdürüyor.

Ben Crans–Montana sürecinde de söylemiştim, bugün yine söylüyorum: Federal yapı, Kıbrıs Türklerini oyalayan bir diplomatik söylemden öteye geçmemiştir. Kıbrıs Türkü, kendi anayasası, kendi başbakanı ve cumhurbaşkanıyla bağımsız bir cumhuriyetin halkıdır.

Artık Kıbrıs’ın geleceğini, inşaat projeleriyle değil; sanayi, üretim, eğitim ve diplomasiyle şekillendirmek gerekir. Ambargoların kalktığı, izolasyonların sona erdiği, refah seviyesi yüksek bir devlet hedefi, Kıbrıs Türkü’nün gerçek vizyonu olmalıdır.

“Federal çözüm” söylemi, bugüne kadar Rumların iştahını kabartmaktan öteye geçmedi. Türkiye ve Kıbrıs Türklerini zaman aşımına maruz bırakıp oyalama politikası güdüldü. Dileğim ve temennim, hem Kıbrıs Türkleri hem de garantör devlet Türkiye için tehlike arz edecek hiçbir belgeye imza atılmamasıdır.

Kıbrıs, tarihinin yeni bir evresine girerken; kuzey, kalıcı ve yapıcı bir çözüm arayışının merkezinde yer alıyor.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r