Aidiyet, fiziksel olarak bir yerde bulunmak değil; değer görmektir de diyebiliriz. Ve çoğu zaman o değer, başkalarından önce kendi içimizdeki filizlenmeyle başlıyor. Kendine ait hissedemeyen, bir yere tutunmakta da zorlanabiliyor. Kendine ait hissetmek ise “Ben olduğum halimle yeterliyim” diyebilmekle başlar. Bir sabah aynaya baktığımızda, “Bugün elimden geleni yapacağım” diyebilmek, bir başarısızlığın ardından kendimizi acımasızca yargılamak yerine, “Evet, bu olmadı; ama nerede hata yaptığımı görebiliyorum ve gelişiyorum” diyebilmek… İşte aidiyetin içsel zemini tam da burada oluşur.
Bazense o huzurlu “ait hissetme” hali kaybolabilir. Bir ayrılıkla, bir kayıpla, belki de bir başarısızlıkla… “Artık hiçbir yere ait değilim” duygusu kapımızı çalabilir. Ama aslında aidiyet dediğimiz his, sabit bir adres değildir. Hayat değiştikçe, biz de değişiriz; bazen bir şehir, bir iş, bir ilişki ya da bir çevre bize artık dar gelmeye başlayabilir. Bu, kaybolduğumuz anlamına gelmez sadece içimizde yeni bir yer açılıyordur. Bazen bir dostumuzun gülüşünde, bazen uzun zamandır ertelediğimiz bir yürüyüşte, bazen de sadece kendi nefesimizi duyduğumuz sessiz bir anda o hissi yeniden bulabiliriz.
Aidiyet bir varış değil, bir yürüyüştür. Ve yolun sonunda fark ederiz ki, ait olduğumuz yer aslında değişen dönüşen kendi varlığımızdır.
2
Daha iyi bir arkadaş olmanın 5 yolu: Bilimsel verilerle destekleniyor
2337 kez okundu
3
Uzmanı tekniği açıkladı: İnsanların gerçek duygularını nasıl anlarsınız?
1903 kez okundu
4
50 yıllık kolonyacı, 15 metrekarelik dükkanında mesleğini yaşatıyor
1393 kez okundu
5
Yapay zeka doğal beyne karşı mı?
1377 kez okundu