6 Şubat Hatay depremi, Türkiye’nin fiziki bakımdan yenilenmesini getirdi. Bu yenilenme, “kâğıt binaların” en ufak bir sarsıntı ve depremde yıkılmasıyla başladı. “Kağıt bina” diyorum, çünkü geçmiş müteahhitler çala çala inşaat sektörünün itibarını yok saydı.
Asrın felaketi olarak nitelendirdiğimiz Hatay depreminin ardından, şimdi de 6.1 şiddetindeki Balıkesir depremi oldu. Yine binalar yıkıldı, yine can korkusu ile insanlar kendilerini sokaklara attılar, yine evsiz kaldılar ve çadırlarda yaşamaya başladılar. Verilen habere göre Balıkesir’in Sındırgı kasabasında 10’un üzerinde bina yıkılmış ve çok şükür bu depremde bir kişi hayatını kaybetmiş. Daha sonra verilen habere göre ölen kişi de zeminde bir dükan çalıştırıyormuş ve taşıyıcı kolonları kesmiş. Sonunda bu hatasını canıyle ödemiş.
Yani Hatay depreminde binalar pilav gibi yerle bir olmadı. Bereket versin hem mevsim yazdır, hem de depremin meydana geldiği saat, insanlar uykularında değillerdi. Deprem 19.53’te vuku bulmuş. Ya insanları uykularında yakalasaydı. İnsanlar ayakta depremle karşılaşınca haliyle can havliyle kendilerini dışarıya attılar.
Yani insanlar da istemeyerek kendilerini herhangi bir depreme karşı hassas davranıyorlar.
6 Şubat depreminin görüntüsü hala gözlerimin önündedir. Asla unutulmayacak bir deprem felaketidir bence. O deprem bizim de Şampiyon Meleklerimizi aldı diğer kardeşlerimiz gibi.
O depremde birçok kurtarma ekipleri geldi ve el verdi kazazedelere. Ta Japonya’dan bile kurtarma ekipleri gelmişti. AFAD bütün felaketzedelerin imdadına yerişiyor. Orada da AFAD en öndeydi.
Türkiye’nin jeolojik haritasına baktığımızda tümden deprem kuşağının üzerindedir. Depremin hangi bölgeyi veya hangi kenti vuracağı belli değil.
Türkiye’nin bazı önemli illerinde çok büyük depremler oldu ve binlerce insan öldü ve evsiz barksız kaldı.
Aklımda kalan en büyük depremler Van depremi, Erzincan depremi, Yalova depremi ve dahaları.
Her depremde nedense bir endişe sarıyor beni. Kendime bir soru soruyorum.
“İstanbul’da çok büyük bir deprem olursa o koca kent ne hale gelir?”
Kentin yıkılması ile gidecek canlar… Düşünmek bile istemiyorum.
İnsanlar bir daire sahibi olmak için bütün hayatı boyunca didinir durur ve ancak başını sokacağı, kimsenin ona evimden çık demeyeceği bir ev sahibi olur. Hayatını bir eve harcayan zavallı vatandaş ne hayallerle girer o daireye. Halbuki bilmez o binayı yapan müteahhit inşaat esnesında ince demir kullandı, çimentoyu çaldı ve daha malzemeden götürdü. O apartman seksen yağında bir kokonayı süsleyip müşterinin önüne koymaya benzer.
Şu anda Şampiyon Meleklerimizi davasını sürdüren ebeveyinler, haklı olarak suçlu arıyorlar. Suçlular dört duvar arasında çürümelidir, diyorlar. Çünkü onlar gencecik yavrularını kaybettiler. Şayet son ve daha önceki depremlerde maddi-manevi kayıplara uğrayan insanlar Şampiyon Meleklerin aileleri gibi bir hukuk savaşı verselerdi, Türkiye’de inşaat sektörü bambaşka yerlere gelirdi.
Hırsız müteahhitler, deriz de, zamanın politikacı ve iktidarlar bu hatalara göz yummakla hayatlarının en büyük günahını işlediler.
Geçmiş iktidarlar herşey göz yummakla, “şu bizim adamımızdır onu idare edin” demeselerdi, şimdi o ve onun gibi müteahhitler ülkede türemezlerdi.
Geçmil depremlerde kısmen de olsa daha sağlam bina yapılmış olsa da, o dönem inşaatlarında bile malzeme hırsızlığı olmuştur.
Yalova depremini çok iyi izledim… Bu konuda çıkan her haberi okudum. Görsel anlamda yıkılan binaların ve o binaların altından kurtulan insanların hikayelerini okudum. Ne kadar acı hikayelerdi onlar…
Yani kısacası Türkiye’nin bütün yıkılan kentleri yeniden inşa ediliyor ve ortaya yeni ve sağlıklı fiziki kentler ortaya çıkıyor. Yıkılan ve yerine yapılan yeni kentler…