Güneşli, sıcak bir günün sabahında yoldayız…
Bir yanımızda boğazın serin suları diğer yanda tarih ile iç içe Çanakkale…
Çanakkale tarihimizde çok önemli bir yere sahip. Dünyaya kafa tuttuğumuz, binlerce şehit verdiğimiz kutsal alanlar bu şehrin tepeleri. Ama bu, Çanakkale’nin gördüğü ilk büyük savaş değil. Bu topraklar tarihin her döneminde güç mücadelelerine sahne oldu. Doğu’nun Batı’yla buluştuğu, Kuzey’e giden deniz yollarını kontrol eden bu stratejik toprak parçası binlerce yıldır kanla sulanıyor.
Çanakkale’den yarım saat uzaklıkta, ay çiçeği tarlaları arasında kıvrılarak uzayan yolla ulaşılan bir şehrin kalıntıları da işte böyle bir mücadeleden kalan izleri taşıyor. O kent Troia…
150 yıl önce keşfedildi
Kazı sezonu Temmuz’un ilk haftası başladı ve artık sadece yaz sezonunda değil 12 ay boyunca devam edecek. Kaz Dağları’nın eteklerindeki Troia Antik Kenti’nde hummalı bir çalışma var. Çünkü en ufak bir bulgu bile onlar için dünyalara bedel. Onlar için bu tarihi bulgular ne kadar önemliyse bizim için de bu ana şahitlik etmek o kadar heyecan verici. Kapıda bizi güler yüzüyle karşılayan kişi kazı başkanı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rüstem Aslan. İlk olarak birlikte alanı geziyor, sonra ise binlerce yıllık tarihi ondan dinliyoruz.
‘’Benim Troia’daki hikayem yaklaşık 30 yıl öncesine gidiyor. Buraya 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü’nde o dönem kazılarını yeni başlatan Prof. Korfmann’ın kazılarına katılma amaçlı geldim. Ve geliş o geliş 30 yıldır sürekli Troia’da çalışıyorum. 2015 yılından bu yana kazı başkanlığını yürütüyorum. Şu anda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi arkeoloji bölümünde de öğretim üyeliği yapıyorum. Troia çok karmaşık ve zor bir yer. Çünkü bir tarafta mitolojik öyküsü öbür tarafta kazı tarihçesi var. Bu ören yeri Batı Anadolu’daki, Ege’deki ören yerlerinden biraz daha farklı özelliklere sahip. Bizim prehistorik yani tarih öncesi dediğimiz büyük oranda kalıntıların olduğu bir yerle karşı karşıyayız. O yüzden Troia’yı anlamak da anlatmak da zor. Ama bütün bu olayın başlangıcında ozanların ozanı Homeros var.’’
Ozanların ozanı Homeros
Homeros… Antik çağ ozanlarının en bilineni. Aslında Troia’yı onun İlyada Destanı’ndan biliyoruz.
Homeros’un anlattığı bu destan yüzlerce yıl boyunca okuyanları büyüledi. Herkes hayali bir şehirde geçen olaylar olarak okudu destanı. Birkaç kişi Troia’nın gerçek olduğuna inandı. Hatta kazı bile yapıldı. Ancak kısa sürede vazgeçildi. Vazgeçmeyen bir kişi vardı: Alman tüccar Heindrich Schliemann… O, hikayenin ve Troia’nın gerçek olduğuna sonuna kadar inandı. Arkeoloji ile amatörce ilgileniyordu ve gerçekte bir hazine avcısıydı. Hikayenin kalanını Prof. Dr. Rüstem Aslan’dan dinliyoruz.
‘’1863 yılında Çanakkale’de yaşayan Frank Calvert denen İngiliz, Hisarlık Tepe’yi ilk kez kazan, bu yerin Troia olabileceğini ilk kez arkeolojik olarak ispatlamaya çalışan kişi. Ama ondan sonra adını sık sık duyacağımız ve herkesin Troia ile özdeşleştirdiği Heinrich Schliemann var. Heinrich Schliemann ilginç birisi kısa sürede ticaretle zengin oluyor ve 44 yaşından sonra da kendini Troia’yı bulmaya adıyor. 1870 ve 1871 yılında büyük çaplı kazılara başlıyor. Asıl amacı kazılarla, buluntularla, hazinelerle buranın Troia olduğunu ispatlamak ve İlyada Destanı’nın da gerçek bir tarihsel olayı anlatan bir destan olduğunu ispatlamak. Bunu yaparken hırsı, o dönem koşulları nedeniyle ören yerini tahrip ediyor. Başka çok kötü bir şey daha yapıyor ve bulduğu hazineleri çalıp götürüyor. Yanlış tarihli Priamos hazinesi olarak bahsediyor, tarihliyor. Tabi bunlar affedilir şeyler değil. O dönem arkeolojisi için de günümüz arkeolojisi için de Troia’ya büyük zarar veriyor.’’
Günün ilk ışıklarıyla başlayan kazı mesaisi
Günümüzde kazı çalışmaları emin ellerde. Temmuz’un ilk haftasında başlayan kazılar aralıksız sürüyor. Kazı alanında gün erken başlıyor. Ekibin toplanma saati 07.00. Neden mi bu kadar erken? Kahvaltı için. Kazı ekibi önce alana geliyor, hep beraber bir sofra kuruyor. Kahvaltı dediysek gözünüzde keyiflik bir sofra canlanmasın; domates, peynir, zeytin, ekmek ve tabi bir de çay. Apar topar birkaç lokma yendikten sonra kazı hazırlığı için start veriliyor.
Sabahın erken saatlerinde işe koyulan ekip, akşam 16’ya kadar gün yüzüne çıkmayı bekleyen bir miras için emek harcıyor. Her yeni gün aynı heyecanla kazma kürekler vuruluyor, fırçalarla detaylar ortaya çıkartılıyor.
Troia’nın arkeoloji ve tarih açısından en önemli yanlarından biri kentin birçok kez yıkılıp yeniden aynı yerde kurulması. Genellikle bir kent yıkıldığında bir başka yere kuruluyor. Oysa Troia hep aynı yerde yeniden canlanıyor.
10 katmandan oluşan bu yapılar çok sayıda medeniyete ev sahipliği yaptı. Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon Krallığı ve Romalılar… Rüstem Aslan günümüze kadar süren kazı çalışmalarına değiniyor.
‘’Schliemann’ın kazıları sonrasında mimar Wilhelm Dörpfeld’in de bizim şu an 10 Troia kenti dediğimiz Troia 1’den ayrı savunma sistemlerine sahip olduğunu ve kentlerin üst üste yapıla yıkıla bir höyüğe dönüştüğünü keşfeden ikinci kişi. 1893 ve 94’de kazıyor. 1930’lu yıllarda 32-38 arasında da ABD Cincinnati Üniversitesi’nden Carl W. Blegen ve ekibi burada Ege arkeolojisinin temelini atan dönemin en modern kazı çalışmalarını yapıyorlar. Sonra benim de öğrenci olarak katılma şansına sahip olduğum 1988’den itibaren 2005’te ölene kadar Manfred Osman Korfmann hocamız, Twingen Üniversitesi’nin Almanya’daki profesörlerinden burayı yeniden kazmaya başladı. Manfred Korfmann, 20-25 yıllık kazılarda özellikle Troia’nın bir Anadolu kenti olduğunu, Hititler’le ilişkilerini ispatlayan, uluslararası kamuoyuna sunan, anlatan, haykıran bir araştırmacıydı. Dünya Kültür Mirası Listesi’nde 21. yılını dolduran bu ören yerini, hem kazılarla hem diğer uygulamalarla Troia Müzesi’nin açılmasıyla önemli bir cazibe merkezi yapmak için elimizden gelen çalışmaları 2015 yılından beri gerçekleştiriyoruz. Beni buraya bağlayan Homeros’un destanları ve bu destanlardaki şiirsel güç, bu destanlardaki evrensel öğeler.’’
Troia’nın öyküsü
Dünyanın ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir Troia. Güzellik yarışmasına katılanlar ise Hera, Afrodit ve Athena’dır. Seçici görevini üstlenen Paris, kendisine Sparta kralının karısı Helen’i vadeden Afrodit’i seçer. Paris’in Helen’i kaçırmasıyla savaş başlar. 10 yıl savaşırlar. Troya’yı fethedemeyeceklerini anlayan Akhalılar bir hile hazırlar. Devasa bir tahta atı Troialılara hediye olarak sunduktan sonra, savaşı bırakıp evlerine döneceklerini söylerler. Ama gemileriyle uzaklaşıp Bozcaada’nın arkasında beklemeye koyulurlar. Troialılar hediyenin tanrılara adandığını düşünerek kabul eder. Savaşın yorgunluğu ve kutlamalarda içilen şarabın etkisiyle herkes uyuduğunda tahta ata gizlenen Akha askerleri çıkarak, diğer askerlerin içeri girmesini sağlar, kaleyi ele geçirir ve kenti yağmalarlar.
Bu destanın en dikkat çeken detayı ise Troia Savaşı ve İlyada’nın arasında 500 yıllık bir zaman farkı olması. Kazı Başkanı Arslan 5 asırlık bu döneme “karanlık çağ” diyor.
‘’Milattan önce 1200’lerdeki tahribat dönemine karanlık çağlar diyoruz çünkü yazı ortadan kalkıyor. Ege’de yazı Troia Savaşı’ndan sonra yok oluyor ta ki Milattan önce 800’lere kadar. Yani 500 yıllık yazının olmadığı bir dönem söz konusu. İnsanları ve Homeros araştırmacılarını ilgilendiren ve cevabını vermek için uzun, derin araştırmalar yapılmasına neden olan soru bu. Bunun cevabı ise Anadolu Destan geleneğine benzeyen bir ozanlar geleneği. Savaş sonrası 1200’lerde anlatılagelen öykülerin sözel gelenekle, destancı gelenekle kuşaktan kuşağa aktarılarak Homeros’a kadar geldiğini biliyoruz. Burada tabi destan kuşaktan kuşağa aktarılırken bazı olayların ve kişilerin eklendiğini biliyoruz. Arkamızdaki Troia Atı öyküsü de bunlardan biri. İlyada 10 yıllık savaşın son günlerini anlatıyor. Savaşın sadece 51 günü. Destan Akalı Akileus’un öfkesiyle başlıyor ve kendini Troia topraklarına adamış Troialı Hector’un cenaze töreniyle sona eriyor. Destanda bu atla ilgili elimizde fazla bir bilgi yok. Homeros’a atfedilen 2. Bir destan olan Odeseius Destanı da savaş sonrası Akalı askerlerin geri dönüşünü anlatıyor.’’
Hazinenin peşinde
Dillere destan olan sadece savaş, Helen’in güzelliği ya da tahta at değil. Şehrin mimarisi, zenginliği de döneminin ötesinde.
Troia’dan bugüne kadar çok değerli eserler çıkartıldı. Bunların büyük kısmı bugün kendisi de bir sanat eseri olan Troia Müzesi’nde. Schliemann’ın kaçırdığı hazinenin ancak küçük bir kısmı vatanına dönebildi. Kaçırılan eserler yıllarca ustalıkla saklandı, bazı parçaların 90’lı yılların başında, gizlice Moskova’ya taşındığı ve Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’nde olduğu ortaya çıktı. Türkiye hazinenin başka ülkelere dağılmış olan parçalarını da geri almak için girişimlerini sürdürdü. Troia’dan kaçırılan 24 parça altın takı, ABD’deki Penn Müzesi ile iş birliği yapılarak 2012 yılında Türkiye’ye iade edildi. Ancak hazinenin tümünün Türkiye’ye geri dönüşü konusunda hala çalışmalar devam ediyor.
Troya Müzesi
Kazı alanından ayrılıp müzenin yolunu tutarken görmek için en çok heyecanlandığımız eserler kuşkusuz bu hazinenin parçaları. Ancak müze binasını görünce çok daha fazlasına ev sahipliği yaptığını anlıyorsunuz.
Kazı alanından yaklaşık 5 dakika süren bir araba yolculuğuyla kendimizi bu göz kamaştırıcı müzede buluyoruz. Müze binasının yüksekliğinin Troia Antik Kenti’nin kazı öncesi yüksekliği ile eşit olacak şekilde tasarlanması Troia’nın tüm detayları ile burada yaşatılmasını sağlıyor.
Ulusal Mimari Tasarım Yarışması’nda uluslararası saygın bir jüri heyeti tarafından 150’den fazla proje arasından seçilen, dünyanın en önemli çağdaş arkeoloji müzesi örneklerinden biri olan olan Troya Müzesi, 2018 Troya Yılı’nda Ekim ayı içerisinde ziyarete açıldı. İçeri adım attığımızda hayranlığımızı gizleyemiyoruz. Burası duvarları, yönlendirmeleri, dizaynıyla adeta bir sanat eseri.
Eserler, hazineler ve animasyonlar…
Troya Müzesi’nde ziyarete giriş rampasından başlayan misafirler giriş katından itibaren yedi başlığa bölünmüş bir hikâyeyi takip ediyor. Troas Bölgesi Arkeolojisi, Troya’nın Tunç Çağı, İlyada Destanı ve Troya Savaşı, Antik Dönemde Troas ve İlion, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemi, Arkeoloji Tarihçesi, Troya’nın İzleri olarak kategorize edilen hikâyelerin arkeoloji dünyasına yön veren eserleri büyük bir titizlikle ziyaretçileriyle buluşuyor. Müzede ayrıca görsel grafik tasarımlarla birlikte diorama (anın veya hikâyenin ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesi), dokunmatik ekran ve animasyonlarla sergi ile anlatımlar yapılıyor.
Giriş katta Troas bölgesi kentleri ve eserleri çıkıyor karşımıza. Özel olarak korunan loş bir odada ise Troia hazineleri, Dardanos ve Dedetepe Tümülüslerinin altınları.
Rampa yol bizi 1. kata götürüyor. Bu katta Troya’nın Tunç Çağı hakkında bilgi veriliyor. Çağın deniz ticaretindeki önemini belirtmek için tasarlanan gemi-vitrin ve Geç Tunç Çağı sonunda kentin bir savaşla terk edilmesi hikâyesini temsil eden efektli yansıtma serginin çarpıcı bölümlerini oluştururken, Troya’daki en eski yazılı belge olan “Luvi Mührü” de bu katta yer alıyor.
Aynı yoldan 2. Kata devam ediyoruz. Burada destansı öyküsüyle Troya Savaşı, savaşın kahramanları, olayları, mekânları ve bu döneme ait sikkeler, çanak-çömlek ve mermer eserler çizimler, maketler ve dijital programlarla birlikte tanıtılıyor. 1994’te gün ışığına çıkarılan ve Troas’ta Pers hâkimiyetini (ve Troia Savaşı’nın gelişen olaylarını) temsil eden Polyksena Lahti, Roma imparatorlarının heykelleri ve Parion’da 2012 yılında ortaya çıkarılan Triton (Kentauros) Heykeli de yine bu katta ziyaretçilere sunuluyor.
Şimdi ise 3.kattayız. Troya ve çevresinde süren beylikler ve Osmanlı Dönemi’nde devam eden yaşam alanlarına ait eserler karşılıyor bizi. Burada Osmanlı yerleşimlerini içeren, Çanakkale Boğazı’nın Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarındaki önemini anlatan metin, gravür ve fotoğraflar kullanılıyor. Osmanlı Dönemi’nde süren çanak-çömlek geleneği, taş işçiliği ve sosyal yaşamdaki taş eserler, sikke definesi ve seramiklere ait bir alan olarak öne çıkıyor.
Troya Müzesi bahçesinde ise peyzaj ile birlikte taş eserler, lahitler, sütunlar, steller, sütun başlıklar bütünlük oluşturacak şekilde sergileniyor.
Troia sizi bekliyor
Anadolu, insanlık tarihinin önemli olaylarının yaşandığı, büyük uygarlıkların yaşam bulduğu bir coğrafya. Mitolojinin beşiği olarak kabul edilen, Türkiye’nin batısındaki bu eşsiz bölgede yapılan kazılarla, tarih her gün biraz daha gün yüzüne çıkıyor. Troia tüm güzelliği ve benzersiz tarihsel birikimiyle, mitolojik kahramanların evine yolculuk etmek isteyenleri bekliyor.
GAZETELER
06 Nisan 2024GÜNDEM
06 Nisan 2024SPOR
06 Nisan 2024GÜNDEM
06 Nisan 2024SPOR
06 Nisan 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.